
Şişli sabahı erken uyanır. Sokaklar daha ışığı yeni toplamışken, dükkanların kepenkleri sessizce açılır. Kahve makinelerinin sesi, günün ilk adımı gibidir; ritimli, düzenli, tanıdık. Her gün binlerce insan aynı kaldırımlardan geçer ama kimse aynı hikayeyi yaşamaz. Şişli, sürekli değişen ama özünü koruyan bir yerdir — şehir kadar eski, nefes kadar yenidir. Bugün de bu semtte yürürken, kalabalığın içinde bir tanıdıklık hissediyorum. Belki de bu his, Şişli’nin insana kendini fark ettiren ama yargılamayan yanından geliyor. Gözüm vitrinlerde değil, insanların yüzlerinde. Her biri başka bir hikaye taşıyor; kimisi telaşlı, kimisi dingin, kimisi sadece gözleriyle konuşuyor. Bu şehirde konuşmalar kadar bakışlar da anlamlıdır. Bir sokak köşesinde çiçek satan yaşlı bir adam, karşı kaldırımdaki genç kadına gülümsüyor. O kadının çantasından taşan not defteri, belki bir roma... okumaya devam et

Şişli geceleri, İstanbul’un en canlı, en hareketli ama bir o kadar da gizemli semtlerinden biridir. Işıkların altında hayat akarken, her sokakta ayrı bir hikaye yaşanır. O gece, şehrin seslerinden uzaklaşıp bu hikayelerden birinin içine girdim. Telefonumdan kısa bir mesaj geldi: “Hazırım.” Bu sade cümle, sıradan bir buluşmanın değil; zarafet, güven ve profesyonelliğin birleştiği bir karşılaşmanın başlangıcıydı. Bir Şişli VIP escort ile tanışacaktım. Otele vardığımda lobide loş bir ışık vardı. Müzik hafifti, ortam sade ama etkileyiciydi. Kapı açıldığında zarif bir kadın içeri girdi. Kendinden emin bir duruşu, sade bir şıklığı vardı. O an anladım; bu sadece bir Şişli lüks escort değil, aynı zamanda bir Şişli elit modeldi. “Hoş geldin,” dedi. Sesi yumuşaktı ama bakışları... okumaya devam et
Sabah güneşi Şişli’nin gri binalarına vurduğunda, şehir henüz tam uyanmamıştı. Yollar sessizdi ama o sessizlik bile hareketin önsözünü taşıyordu. Ben, her zamanki gibi erken çıkmıştım evden; kalabalık başlamadan önce şehrin sesini duymayı severim. Kaldırım taşları hâlâ gece serinliğini koruyordu. Işıklar sarıya dönerken, vitrinlerde yeni açılan dükkanların yansıması belirdi. Şişli, sabahın erken saatlerinde en güzel hâlindeydi — sade, gerçek, hazırlıksız ama zarif.
Bir kahve dükkanına oturdum. Garsonun gülümsemesi tanıdıktı. Burada insanlar birbirine fazla yaklaşmaz ama selamlaşmak eksik olmaz. Kahvemi beklerken, camın ardında aceleyle yürüyenleri izledim. Herkes bir yere yetişiyordu, ama bu koşuşturma içinde bile bir düzen vardı. Şişli, kaosun içindeki dengeyi yaratmayı bilen bir semtti. Masama kahve geldiğinde, bir koku yükseldi; sıcak, keskin, tanıdık. O kokuda hem sabahın tazeliği hem de şehrin deneyimi vardı.
Kapıdan içeri bir kadın girdi. Uzun montu, sade makyajı ve net adımlarıyla dikkat çekiciydi ama abartısız. Yanımdan geçerken göz göze geldik. Bir yabancıydı ama Şişli’nin insanlarına özgü o “tanıdıklık hissi” vardı. Bu şehirde kimse tam yabancı değildir; aynı sokaklardan geçmek, aynı rüzgarı hissetmek, insanları farkında olmadan birbirine bağlar. O, köşedeki masaya oturdu. Kitabını açtı, sessizce okumaya başladı. Arada başını kaldırıp pencereden dışarı baktı.
Şişli’nin temposu artıyordu. Trafik sesi, korna, kaldırımda yankılanan ayakkabılar… ama içerisi hâlâ huzurluydu. Kahvemi bitirdim, ikinciyi söyledim. Kadın sayfaları çevirmeye devam ederken gözleri uzaklaştı, sanki başka bir şehre gidiyordu. O an fark ettim, burada herkesin iç sesi aynı ritimde: dışarıda şehir, içeride düşünce. Şişli insanı gürültüyü sever ama sessizliği özler.
Bir süre sonra o da başını kaldırdı, gözlerimiz tekrar kesişti. Gülümsedik. Bu şehirde selam bile uzun bir sohbetin özeti olabilir. “Gün güzel başlamış,” dedim. Başını salladı, “Şişli böyle,” dedi. “Bazen sadece var olman yeter.” Cümlesi sade ama güçlüydü. Çünkü gerçekten öyleydi: burada kimse dikkat çekmeye çalışmaz, herkes zaten fark edilir.
Saat on bire yaklaşırken kafe dolmaya başladı. Yeni yüzler, yeni hikayeler, yeni sabahlar... O kalktı, kitabını çantasına koydu. Kapıya yönelmeden önce bana baktı. “Bir kahve daha iç,” dedi, “Şişli sabahları aceleye gelmez.” Ardından çıktı. Onun ardından sokakta yürüyen kalabalığı izledim. Her adımında bir cümle gizliydi. Şişli, hikayeleri anlatmaz; yaşatır.
Kahvemin son yudumunu içtim, masadan kalktım. Kapıdan çıkarken hava değişmişti. Güneş bulutların arasına saklanmış ama ışık hâlâ güçlüydü. O an içimden geçti: bazı şehirler insana ait olmayı öğretir, bazılarıysa seni kendine benzetir. Şişli ikinci gruptandı. Burada herkes biraz şehir gibiydi — sakin, karmaşık, zarif.
Kaldırımdan yürürken caddelerin arasında kayboldum ama yönümü bulmak kolaydı; Şişli’de kaybolmak bile tanıdık bir histir. Bir vitrin camında yansıyan yüzüm bana gülümsedi. Belki de o kadın hâlâ yürüyordu aynı caddede, belki de başka birine gülümsüyordu. Ama o sabah, bu şehrin bana öğrettiği tek şey basitti: bazen bir kahve, bir bakış ve bir sessizlik bile bir hikayeyi başlatmaya yeter.
Şişli geceleri, İstanbul’un en canlı, en hareketli ama bir o kadar da gizemli semtlerinden biridir. Işıkların altında hayat aka...
Şişli sabahı erken uyanır. Sokaklar daha ışığı yeni toplamışken, dükkanların kepenkleri sessizce açılır. Kahve makinelerinin sesi, günün ilk...
Akşam olmuştu, Şişli’nin ışıkları birer birer yanıyordu. Gün boyu koşuşturan kalabalık yerini daha yavaş adımlara bırakmıştı. Vitrinler, caddeleri bir tiyatro sahnesi gibi aydınlatıyordu. Bu şehirde gece başladığında, herkesin yüzü değişir. Gündüzün ciddi çizgileri, akşamın yumuşaklığıyla silinir. Her köşede yeni bir hikaye doğar; kimi sessiz, kimi parlak.
Bir taksiden indim. Rüzgar hafifti, havada yağmur kokusu vardı. Sokak lambasının altında yürümeye başladım. İnsan kalabalığı azalmış ama şehir hâlâ canlıydı. Şişli’nin gecesi, kendi düzenine sahipti. Ne çok sessiz, ne çok gürültülü. Tam kararında.
Bir sokak köşesinde eski bir plakçı gördüm. Kapı açıktı, içeri girince loş bir ışık karşıladı beni. Raflarda sıralanmış plakların arasında eski bir şarkı çalıyordu. Dükkan sahibi yaşlı bir adam, bana gülümseyerek başını salladı. “Burası Şişli’nin zamanı,” dedi. “Ne erken gelir, ne geç gider.” Şarkının tınısı duvarlara çarpıyor, her nota şehrin kalbine dokunuyordu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içeri biri girdi. Uzun paltosunu çıkardı, saçları rüzgardan dağılmıştı. Yanımdaki rafın önünde durdu. Parmaklarıyla plakların isimlerini okşar gibi geçiyordu. “Bu şehirde gece bile sıcak,” dedi. “Ama insan bazen soğuk kalmak ister.” Sesinde yorgun bir zarafet vardı. Dönüp baktım, gözleri karanlığın içindeki ışık gibiydi. “Şişli böyle,” dedim, “her şey dengede kalmayı bilir.” Gülümsedi.
Birlikte birkaç şarkı dinledik. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Dışarı çıktığımızda yağmur başlamıştı. Şemsiyem yoktu, ama o elindekini açıp uzattı. Yan yana yürüdük. Yağmur, sokak lambalarının ışığında gümüş bir perde gibi süzülüyordu. “Bazen sessizlik, en iyi konuşmadır,” dedi. “Bu şehir bunu biliyor.” Haklıydı.
Bir apartman kapısına geldiğinde durdu. “Burada yaşıyorum,” dedi. “Şişli’de insanlar fazla soru sormaz, ama çok şey anlar.” Sesi alçak ama netti. “İyi akşamlar,” dedim. “Belki yine bir yerde karşılaşırız.” “Belki,” dedi. Gülümsedi ve kapıdan içeri girdi.
Yağmur şiddetlendi. Caddede yürümeye devam ettim. Işıklar yansıdı, su damlaları kaldırım taşlarında küçük göller oluşturdu. Şehrin kalbi hâlâ atıyordu. İnsan sesleri, araba kornaları, uzaktan gelen bir kahkaha… Hepsi Şişli’nin gece melodisiydi.
Eve vardığımda pencereden dışarı baktım. Şehir hâlâ canlıydı. Yağmur, ışıkları dans ettiriyor, rüzgar caddeleri süpürüyordu. O an düşündüm: Şişli, insanın içinde yaşadığı ama aynı zamanda insanın içinde yaşattığı bir yer. Geceleri sessizleşir ama asla uyumaz. Her lambada bir hikaye, her gölgede bir hatıra saklıdır. Ve ben o hatıralardan birini bu geceyle birlikte taşıyorum.